top of page

Yok, Bir, İki, Çok!

Ceylan Yayla


06/24 | Şiir

 



Yok, bir, iki, çok!


Şşhh!

Sessizce dur.

Kımıldama!


Kapılara dayıyorsun kulaklarını,

ellerinle yokluyorsun,

Kilit üstüne kilit.


Okyanusu duyuyorum,

Şşşhh!

Duyuyor musun?


Yok, bir, iki, çok!


Şşh!

Sus ki duyalım!

Hem ne yapıyorsun öyle?


Sayışıyorum.


Yüzün tavana dönük.

Konuşurken gözlerin kısılıyor.

Bazen bir seğirme geliyor,

Yüzün buruşuyor, boynun eğiliyor,

Gözlerini kapatıyorsun sonra,

Ayaklarına uzanıyorsun,

Belin hiç bükülmüyor.

Hem çok yumuşak hem kaskatısın,

Ne zamandır buradasın?


Uzun zaman önce çağırdım seni,

Geç kaldın.


Biraz bekle.


Bir zamanlar ne güzeldik,

Nasıl sevinçle,

Var-dı-k.

Hatırlar mısın?


Hatırlasam ne fark eder?

Ne yaptığıma bak.

Yapmadım bir şey, durdum.

Hiçbir şey yapmadım.


Sır


Öyle bir durdum ki,

Zaman bile akıp geçemedi üstümden.

Hem unutmaya gelmedik mi buraya?


Sır


Unutarak geldik doğru,

Fakat hatırlamak üzere unuttuk.


Sır


Bir büyüyle çekiliyorum sana.

Gözlerinin ardına,

Karanlığına.

Kendimi senden ayıramıyorum.


Bak bana,

Her yerime dokun gözlerinle.

İzle içimi,

İçinden taşarak izle beni.


Bu kez yakalanmam sana!


Okyanusun ortasında bir şato,

Kayalıkların üstünde,

Yüksek ve sivri duvarları,

Simsiyah bir şato!


Şhhh!

Sesin, sesin çok fazla,

Tut nefesini.

Çok anlatıyorsun,

eksiliyor.


Sadece izle!


Sisli, bulanık bir ışık demetinin içindeyiz,

Okyanusun sesi geziyor damarlarımızda,

Sanki kalbimize pompalanıyor dalgalar.

Tam ortasındayız her şeyin,

Okyanusun, dünyanın,

Birbirimizin.


Bir sürü bitki var etrafta.

Tüm duvarları kaplamışlar,

Sarı meyveli bitkiler.

Frenk yemişleri,

Dikenli, ayçiçeğine benzeyen

kocaman soluk yeşil bitkiler.


Adlarını bilmiyorum onların,

Söyleme daha fazla bir şey.

Uyandıracaksın uyuyanları,

Korkuyorum.

Şu kapının ardında tanıdık bir şeyler var,

Ama neden içimde bir his,

Korkuyor bu tanıdıklıktan?

Sahi adın neydi senin?


Yok,

İstersen birkaç ses bulabiliriz.

Mesela ben sana Sen derim,

Sen bana Sen dersin.


Sen Sen Sen


Bir şey arıyorsun.

Merdivenlerden inip çıkarak,

Üst üste giydiğin eteklerini

tutarak koşturuyorsun.

Ben izliyorum.

Sessizce dur diyorsun bana,

Zaten sesim çıkamaz,

Diyemiyorum sana.


Ben duracağım,

Sen çıkacaksın meydana.



Senden doğmuşum gibi konuşma!


Benden olmuşsun gibi seviyorum seni.


Sesin oradan gelmiyor ama,

Sanki daha,


Daha?


Daha başka.


Aynı karında yatmışız gibi?


Ya da aynı yatakta yatmışız gibi.

Fark etmez.

Artık biraz sessiz ol.


Yok, bir, iki , çok!

Ben susarsam,

...


Kilit üstüne kilit,

Etek üstüne etek.


Bakır bir çanak buluyorsun,

Çanak elinde,

Döne döne çıkarıyorsun eteklerini.

Üst üsteler.

Çıkardıkça ferahlıyorsun,

Saçıyorsun merdivenlere.

Ufalanıyoruz.


Buldum!


Demirden bir sandık.



Şşh!

İçinde. Bir şey.

Sanki kımıldıyor!


Demirin siyahı,

Işıl ışıl saçında.

Fakat bu, ölü bir siyah.


Pas


Ahhh!


Sandık yuvarlanıyor,

Sarsılıyor şato,

Yüzünde kışkırtıcı bir gülümseme.

Bakır çanak elinden düşüyor,

Düşüyorsun.


Ahhh!

Ahhh!


Düşüyor.


Bir taşla vuruyorsun sandığın kilidine,

bacakların çıplak,

üstünde beyaz bir gömlek,

yakası açık,

kolları uzun.


Sen vurdukça sarsılıyoruz.

Toz toprak yağıyor,

Tuğlalar düşüyor.

Vazgeçmiyorsun,

Kan ter içinde,

kilit kırılana kadar vuruyorsun.


Yok, bir, iki, çok!

Yok, bir, iki,


Sandık açılıyor,

görüyorsun içindekini,

kat kat eteklerin altındakini,


Çok!

Yok, yok, yok...

Bir, bir, iki, iki,...

Çok! Çok! Çok!


Sır,

İnsan ağzına sığmıyor.


Yıkılıyoruz,

kayalıklara çarpa çarpa.

Derinlere batıyoruz.

Comments


Üst
bottom of page