top of page

Gilbert Simondon: Bireyleşme Felsefesi

Hüsamettin Çetinkaya


Simondon Nietzsche’nin iddia ettiği gibi, her anlamda “tehlikeli belki”nin düşünürüdür. Yarım asrı aşan gecikme başka türlü anlaşılamaz.


08/24 | Kitap

 


Gilbert Simondon, bir teknoloji ve ontogenez düşünürüdür. 2 Ekim 1924’te, Fransa’da Saint-Etienne’de doğdu ve 7 Şubat 1989’da ani bir rahatsızlık sonucu Palaiseau’da öldü. Pre-Sokrateslar üzerine yüksek lisans derecesi alan Simondon’un ilgi alanları oldukça geniş kapsamlıydı. Fizik, psikoloji, mikro biyoloji, zooloji, mineraloji, sibernetik, teknoloji ve sanatla eşit derecede ilgiliydi. Simondon, 1963’te Sorbonne’a profesör olarak atandı ve 1965’te psikoloji profesörü olarak kürsü başkanı oldu. Ayrıca, Paris Üniversitesinde genel psikoloji dersleri verdi. 1963’ten 1983’e kadar Genel Psikoloji ve Teknoloji Laboratuvarı’nı yönetti ve eğitim verdi. 1968’den 1969’a kadar École Normale Supérieure’de, sosyal psikoloji ve endüstriyel psikoloji, Lyon Beşeri Bilimler Enstitüsü ve 1961’den 1963’e kadar Lyon Pedagoji Enstitüsünde sanat psikolojisi üzerine dersler verdi. 1964’ten 1970’e kadar, Georges Canguilhem liderliğinde bilim ve teknoloji tarihi üzerine bir seminere katıldı. Simondon’un eğitimcilik yaşamı emekli olduğu 1984’e dek sürdü. [1]


Son olarak ve belki de dünya-tarihsel bakış açısından en önemlisi, 1962’de Norbert Wiener’in de katıldığı çağdaş bilimde bilgi kavramı üzerine Royaumont’ta Altıncı Sempozyum’un düzenlenmesine aktif olarak katıldı. Bu konferans, Amerikalı bilgi bilimciler ile Avrupalı filozof meslektaşları arasındaki ilk önemli temas olması nedeniyle Fransız entelektüel sahnesinde geniş kapsamlı bir etki yarattı. Fransız entelektüellerinin sibernetikle ilk tanışmaları Simondon’un Amerikalı bilimcilerle ilişkisi ve çalışmaları üzerinden gerçekleşti. Örneğin erken dönem makalesi “E’pistemologie de la Cybernetique” [Sibernetiğin Epistemolojisi] 1953’te yazılmış ve ölümünden sonra 2016’da yayımlanmıştır. Bu makale daha sonra kendi bireyleşme teorisi hâline gelecek olan ana tezini detaylandırıyordu.



Joseph Vrin editörlüğündeki Cahiers Philosophiques dergisi, ölümünden bir yıl sonra, Simondon’un çalışmasına özel bir sayı ayırdı. 1992’de, sinema, siber kültür ve felsefe çalışmalarını bir araya getiren bir New York yayını olan Incorporation’da, bireyleşme üzerine yaklaşık yirmi sayfalık “The Genesis of the Individual” [Bireyin Doğuşu] başlıklı bir İngilizce çeviri yayımlandı. 1994’te, bu kez Collège International de Philosophie dergisinde çıkan bir başka özel sayı, Simondon’un felsefi etkisinin yayılmaya başladığını gösteriyordu. 1999’da Muriel Combes, Simondon: Individu et Collectivité Pour une Philosophie du Transindividuel [Simondon: Birey ve Kolektif Birey-ötesi Felsefe Üzerine] adlı kitabını yayımladı ki bu, Simondon üzerine Fransızcada, özellikle onun birey-ötesi ve bireyleşme bakış açısına yoğunlaşan (ve onu sadece tekniğin düşünürü olmanın dışına taşıyan) ilk kitaptı. Pascal Chabot’un 2003’te yayımlanan La Philosophie de Simondon [Simondon’un Felsefesi] adlı kitabı da Fransızcada Simondon’un felsefesi üzerine yoğunlaşan ikinci kitap oldu. [2] Simondon’un düşüncesi en önemli felsefi çalışmalarını ürettiği doktora tezleriyle tanındı. École Normale Supérieure ve Sorbonne’daki hocaları Canguilhem ve Maurice Merleau-Ponty nezaretinde, 1958’de doktora derecesini Jean Hyppolite’in jürisi önünde savundu. O dönemde doktora için biri ana tez diğeri tamamlayıcı tez olmak üzere uzun ve kısa iki çalışma hazırlanıyordu. Simondon, Merleau-Ponty danışmanlığında hazırladığı ana tezi “L’Individuati on à Lumière des Notions de Forme et de L’information” [Biçim ve Bilgi Kavramlarının Işığında Bireyleşme] ve tamamlayıcı tezi Georges Canguilhem danışmanlığında hazırladığı “Du Mode D’existence des Objets Technics” [Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine] tezini Paris Üniversitesi Edebiyat ve Beşeri Bilimler Fakültesine 1958’de sundu. Ana tez iki bölümden oluşuyordu, ilki “L’individu et sa Genèse Physicobiologique” [Birey ve Onun Fiziko-Biyolojik Oluşumu] ve ikincisi “L’individuation Psychique et Collective” [Psişik ve Kolektif Bireyleşme].



“Du Mode D’existence” aynı yıl içinde (1958) yayımlandı ve geniş bir etki uyandırdı. Uzun yıllar Simondon’un teknoloji sorunuyla sınırlı olarak tanınmasında etken oldu. Fakat öte yandan, Simondon adının “tekniğin düşünürü” olarak etiketlenmesine neden olması açısından da bir talihsizlikti.


Kitap, 50’lerin sonlarında yazılmıştır ancak -muhtemelen o zamanki fikirleri nedeniyle çok garip görünebilir- sadece fiziksel ön hazırlıklarla ilgili ilk bölüm 1964’te yayımlandı. Daha ilginç olan ikinci bölüm ancak yazarın ölümünden sonra yayımlandı (Balibar, 1997: dipnot 10; abç).


Ancak Deleuze’ün zamanının en özgün filozoflarından biri olarak selamladığı bu yazar, belki de düşüncesinin çağdaşlarınca yanlış anlaşılmasına yol açacak zamansız doğası nedeniyle hak ettiği ilgiyi görmedi. Kararlı çalışmasının tamamının ortaya çıkması neredeyse elli yıl aldı ... Ana tez, parçalanmış görünmenin şüpheli onurunu yaşıyorsa, aynı şey, hemen yayımlanan “Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine” tamamlayıcı tez için geçerli değildir. Ancak bu bariz kutsama, Simondon için ek bir şanssızlıktı ve felsefi sahneden uzak bir teknoloji uzmanı etiketi altında ligden düşmesine neden oldu (Sauvagnargues, 2009: 241).


Uzun bir süre boyunca, Simondon her şeyden önce bir teknoloji filozofu olarak algılandı. “Du Mode D’existence des Objets” teknoloji sorununa önemli bir katkı olarak kabul edilirken ve çeşitli zamanlarda yeniden basıldıysa da Simondon’un çalışmalarının geri kalanından kopukluk yaşadı. Bununla birlikte, Simondon’un genel olarak düşüncesinin geniş kapsamlı tezahürlerini ayırt edebilen çok az kişi arasında, onun farklılık ontolojisinden önemli ölçüde yararlanan başka bir filozof vardı: Gilles Deleuze (Alloa ve Michalet, 2017: 2).


Simondon Gilbert, Le processus de concretisation, 1958

Ana tezin yayımlanması, Hyppolite’in çabaları sayesinde Presses Universitaires de France tarafından ancak 1964’te gerçekleşebildi. Tuhaf bir biçimde bu kitap L’individuation et sa Genèse Physico-biologique [Bireyleşme ve Onun Fiziko-Biyolojik Oluşumu] adıyla tezin sadece birinci bölümünü kapsıyordu. İkinci bölüm yani L’individuation Psychique et Collective [Psişik ve Kolektif Bireyleşme] Simondon’un ölüm yılı olan 1989’a kadar yayımlanmadı. Bu kısmın yayımında (Paris: Aubier, ‘L’invention Philosophique’ koleksiyonu, 1989) yayın editörü François Laruelle, ön sözde “Sonunda yirminci yüzyıl Fransız felsefesinin en yaratıcı eserlerinden birinin yeniden düzenlendiğini ve yayımlandığını” yazdı. (Étienne Balibar 1958’de yazılan bu kitabı “Birey-ötesilik” makalesiyle 1993’te ele aldı). Aslında Simondon’un psişik ve kolektif bireyleşme ve birey-ötesi bireyleşme gibi izlekleriyle psikoloji, sosyoloji ve tözcü felsefenin radikal eleştirisinin, eleştirel ve politik felsefe için merkezi bir referans noktası hâline gelişi ancak ana tezin tamamının 2005’te Fransa’da Editions Jérôme Millon tarafından yayımlanmasını izleyen yıllar için hatta -günümüzden bakarsak- özellikle son on yıl için söz konusudur. Çünkü Simondon’un elli yıl boyunca Fransa’da sessizlikle ödüllendirilen kariyeri boyunca başka dillere, özellikle İngilizceye hiç çevrilmemiş olması da hesaba katıldığında tanınmıyor ve bilinmiyor oluşu bir anlam kazanır. Sonunda, gerçekten de sonunda, Simondon’un ana tezi, ek metinleriyle birlikte 2020 yılında, Taylor Adkins’in yıllar süren çeviri ve yayın çabalarının bir sonucu olarak Minnesota Üniversitesi tarafından Individuation in Light of Notions of Form and Information [3] adıyla İngilizce konuşan dünyaya sunuldu. Benim bu kitapta referans aldığım temel metin bu tamamlanmış çeviridir. Bu arada Almancaya yapılan çevirileri, Rusça, Korece, İtalyanca ve diğer birkaç dile yapılan çevirilerin izliyor oluşu, Simondon’a dünya çapında hızla artan bir ilginin varlığını da gösteriyor.


Angloamerikan felsefenin çok sevdiği atıfla Fransız felsefesi 1950’ler ya da kısaca Jean-Paul Sartre sonrasında önemli bir kırılma yaşayarak, tözcü özdeşlik felsefelerine (varlığı bir veya daha fazla birleşik ve varsayımsal öz veya “töz” olarak kabul eden metafiziğe) olduğu kadar Hegelci diyalektiğe de radikal bir karşı çıkışı imleyen postyapısalcı farklılık felsefeleri olarak tarih sahnesine çıktı. Aslında hikâye Louis Althusser’in “öznesiz süreç” argümanıyla başlamış olsa da Jacques Derrida, Jean-François Lyotard, Michel Foucault, Gilles Deleuze-Félix Guattari hatta özellikle tekillik endişeleri bağlamında Jean-Luc Nancy, Julia Kristeva, Jean Baudrillard’ı “farklılık felsefelerini inşa eden filozoflar” başlığı altında sıralamak mümkündür. İşte ana tezinin ortaya çıkmasına paralel olarak Simondon da bu aileye katılan son isim oldu. Ancak Fransa’da Simondon’un ana tezinin ilk bölümü olan L’individuation et sa Genèse Physico-biologique kitabına zamanında tek bir kişi atıf yaptı: kendi fark felsefesinde Simondon’dan önemli ölçüde ilham alan Deleuze. 1966’da Simondon’u kısa fakat bugün öğrenmeye başladığımız “tamamen yeni bir felsefe”yi neredeyse yarım asır önce Simondon’un ortaya koyduğunu ilan eden Deleuze’ün bu incelemesi, [4] Simondon düşüncesinin ilk olarak hangi yönleriyle ortaya çıktığını gösteren önemli bir metindir.



Fakat Deleuze’ün onu böyle bir övgüyle karşılaması (ve başta Fark ve Tekrar, Anlamın Mantığı, Bin Yayla olmak üzere hemen tüm metinlerindeki derin izleri ortadayken) aynı zamanda Simondon’u Fransız kamuoyuna tanıtma sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini düşünenler de var.


Bu vakayı ilginç kılan şey Deleuze’ün makalelerini, bölümlerini hatta bazı durumlarda tüm kitaplarını başka düşünürlere, arkadaşlarına ve düşmanlarına ithaf etmekten oldukça hoşlandığıdır. Öyleyse neden, tartışmasız kendisini etkilediğini söyleyebileceğimiz bir düşünür hakkında en azından kapsamlı bir monograf ithaf ettiği Friedrich Nietzsche, Henri Bergson ya da Baruch Spinoza gibi düşünürler kadar ona ithafta bulunmadı? Neden Simondon’un gelişini şimdiye kadar beklemek zorunda bırakıldık? (Iliadis, 2013b: 85)


Daha birçok düşünür ve yazarda aynı kaygılı soruların yer aldığını belirtelim. David Scott (2014), Simondon’un ana tezinin yayımlanmamasından hareketle hem geleneğe hem de 1966’dan beri Simondon’un bireyleşme felsefesini derinlemesine incelediğini, arkadaşlıkları dolayısıyla onun teorisini her yönüyle bildiğine inandığını iddia ettiği Deleuze’e yönelik çok daha nettir.


Deleuze’ün bize dikkatle hatırlattığı gibi, majör ve minör ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Simondon, düşüncesinin daha ünlü olana ikincil olduğu anlamında değil, Deleuze’ün kastettiği özel anlamda minör bir filozoftur. Deleuze’ün sürekli olarak Simondon’a dönmesinin ve dolaylı olarak kendi dolaylı ve dönüştürücü kullanımı yoluyla da olsa düşüncesini sürekli olarak desteklemesinin nedeni budur. Simondon azınlık filozofudur. Felsefeyi kekelemeye, ağzında gevelemeye, kendi söylemine takılıp kalmaya zorlar. Simondon biz filozofları rahatsız ediyor (Scott, 2014: 15; abç).


Gilles Deleuze

Simondon’un bunu fark etmemiş olması düşünülemez. Eserlerinin yayımlanması için kendisinin en ufak bir girişimde dahi bulunmamış olması ve kendini eğitimciliğe adamış olması sadece bu farkındalığı kanıtlar. Durum buysa yine de Deleuze’ün onun hakkında bir monograf yazmamış olması doğaldır, diyebilir miyiz? Benim yanıtım, hayır. Başka bir düşünür için bu doğal olabilirdi ama Deleuze için hayır. Zira şu sözler onundur:


Her hâlükârda, çok az kitap, bir okuyucuyu bu kitap kadar etkileyebilir: bir filozofun hem çağdaş bilimde ilhamını bulabileceğini hem de aynı zamanda klasik felsefenin temel sorunlarıyla -hatta bu sorunları dönüştürürken ve yenilerken bile- ne ölçüde bağlantı kurabileceğini gösterir. Simondon tarafından oluşturulan yeni kavramlar bana son derece önemli görünüyor; tamamen ilham verici olmadıklarında bile zenginlikleri ve özgünlükleri çarpıcıdır. Simondon’un burada detaylandırdığı şey, Varlığın asla Bir olmadığı bütün bir ontolojidir. Birey-öncesi olarak varlık, birden fazla-yarı-kararlı, üst üste binmiş, kendisiyle eşzamanlıdır. Bireyleşmiş olarak, yine de çokludur çünkü “çok evreli”, “yeni süreçlere yol açacak bir oluş evresi”dir (Deleuze, 2004: 88).


Özetle, Simondon Nietzsche’nin iddia ettiği gibi, her anlamda “tehlikeli belki”nin düşünürüdür. Yarım asrı aşan gecikme başka türlü anlaşılamaz.


...


Gilbert Simondon, Lycee Descartes in Tours'daki öğrencileriyle

Alberto Toscano (2007), “The Disparate: Ontology and Politics in Simondon” başlıklı makalesinin ilk bölümünde politik tartışmanın merkezine Simondon’un birey-öncesi varlık kavramının statüsünü koyar ve burada en az üç olası okumanın olduğunu belirtir: Bunlardan birincisi Paolo Virno’nun, ikincisi Muriel Combes’in ve üçüncüsü Deleuze’ün eserlerinde bulunan bakış açılarıdır. Toscano’nun Virno’yu adresleyerek verdiği ve doğalcı (naturalist) olarak adlandırdığı ilk okuma, Virno’nun analizleri üzerinden Bernard Stiegler’in eleştirileri ve Antonio Negri’nin yorumlarıyla dahil olduğu daha otonomist bir okumadır.


Çağdaş kapitalizmin ve onun altında yatan öznelliğin koşulları, bu birey-öncesi yüzeyi oluşturacak şekilde olacaktır ve bu nedenle politika, bu kapasitenin, sermaye ve onun denetim mekanizmaları tarafından dayatılan tahakküm önlemlerine karşı isyanı olarak düşünülebilir. Virno’nun Simondon’u çok teşvik edici kullanımında bu tür bir konumla karşılaşılabilir (Toscano, 2007).


Virno’nun ana hatlarını çizdiği birey-öncesinin üç oluşumunun -dil, alışkanlıklar ve üretim tarzı- hepsi bir tür kapasite deposu oluşturur. … psişik ve kolektif bireyleşmenin temeli hâline gelen koşulları belirler. Kolektif, içinde birey-öncesinin birey-ötesi hâline geldiği alandır. Diller, Virno’nun dil, moda ve gelenekler gibi tarihsel-doğal kurumları, aynı anda hem birey-öncesi hem de birey-ötesidir; varlıkları doğal koşullara dayandığı kadar, bu koşullar ancak zorunlu olarak toplumsal ve tarihsel olan ilişkilerde, gerçekleştirilebilir. … Böyle bir antropolojide, insanın türeyimsel bir tanımı (dil, cisimleşme, alışkanlıklar, vb.) olarak “insan doğası” sayılabilecek değişmezler, yalnızca belirli tarihsel aktüelleşmeleri veya bireyleşmeleri içinde ve yoluyla var olurlar (Read, 2016: 117).



Toscano’nun ikinci okuma olarak işaret ettiği Combes’un, Gilbert Simondon and the Philosophy of the Transindividual [Gilbert Simondon ve Birey-ötesi Felsefesi] (2013) kitabı, Simondon’un bireyleşme felsefesini, özellikle psişik ve kolektif bireyleşme boyutuyla ele alan en kapsamlı ve en yetkin eserlerin başında gelmektedir. Elbette onun yayımından sonra, tartışma alanı çok genişlemiştir ancak o ilktir ve hemen her çalışmanın köşe taşlarından biridir. Daha sonra politik ve toplumsal gerçekliği ve kolektivitenin oluşumunu kavramsallaştır- manın bir yolu olarak birey-ötesiliğe odaklananlar arasında örneğin Balibar (1997), Jason Read (2016), Scott (2014) ve derin ve daha felsefi analizleriyle Toscano (2006) ve Jean-Hugues Barthélémy (2005) sayılabilir. Bu ikinci yönelimde, birey-öncesi yük üzerine düşünen ve varlık ve oluş arasındaki ilişkinin üretimine dair yeni bir anlayışı ifade eden Combes:


İki ilişki arasındaki ilişkinin kendisi bir ilişkidir, tam olarak açık görünen şeydir. Simondon’un bu noktadaki ısrarını ancak formülasyonun ontolojik sonuçlarını tasavvur edersek anlayabiliriz; o zaman, bilginin, “iki ilişki arasındaki bir ilişki” olduğu ölçüde, “kendisinin bir ilişki” olduğunu, yani bilginin, birbirine bağladığı varlıklarla aynı modda var olduğunu görürüz; varlık burada kendi gerçekliklerini oluşturan bakış açısından düşünülmüştür. Başka deyişle, ilişkinin gerçekliği varsayımından, bilginin ve tüm varlığın gerçekliğini oluşturan şeyin bir varlık ilişkisi olduğu sonucu çıkar (Combes, 2013: 18).


Natüralist ontoloji ve ilişkisel ontoloji olarak adlandırılabilecek Simondon’un politik okumasındaki bu iki yönelim, Simondon’un Deleuzecü okumasıyla üçüncü bir yönelime kavuşur. Toscano burada Deleuze’ün vardığı sonucu şöyle özetler: “Duyulurun nedeni, görünenin koşulu, uzay ve zaman değil, kendi içinde eşitsizdir, yoğunluk içindeki farklılık, farklılık olarak yoğunlukla kavrandığı ve belirlendiği şekliyle ayrıklıktır.” Bu elbette sonuç değil, Simondon-Deleuze ilişkisini ve her ikisinin politik ve toplumsal gerçek- lik kavramsallaştırmasını çözümlemenin başlangıç noktalarından biridir. Başka deyişle, bir farklılık politikasına yani çeşitli tikelliklerin birleşimi olarak anlaşılmayan, çeşitliliği bir politika olarak anlamayan bir farklılık politikasına buradan başlamak gerekir. Bu izlek Fark ve Tekrar’ın (2017) beşinci bölümünün (Duyumsalın Asimetrik Sentezi) başında -Deleuze’ün Simondon’a döndüğü- çeşitlilik ve farklılık arasında ayrım yaptığı yerde analiz edilir. Ancak bu konu ayrı bir araştırma konusudur ve Deleuze-Simondon ilişkisine felsefi ve politik bir derinlikte yoğunlaşan yorumcuların, örneğin Anne Sauvagnargues (2009), Barthélémy (2005), Toscano (2006), Stiegler ve benzerlerinin ayrıntılı incelenmesini gerektirir ki bu kitapta bu projeye girişmeyeceğim.



Simondon’un felsefesine yaklaşım aslında sadece bu üç yönelimle sınırlı değildir. Başta teknoloji (Chabot, 2003) ve enformasyon ontolojisi (Iliadis, 2013: a-b) olmak üzere medya felsefesinden (Mills, 2016), yeni materyalizme (Bardin, 2015, 2021), feminizm politikasına (Grosz, 2012), insan ve makine bireyleşmesine (Swan, 2015), bilişsel kapitalizme (Leonardi, 2010), estetiğe (Hui, 2021) dek, geniş bir yönelim alanı ortaya çıktı. Simondon’un yarı-kararlılık ve bilgi teorisi üzerine inşa edilen On the Existence of Digital Objects kitabıyla Yuk Hui (2016), web ontolojileri işaretleme dillerinin incelenmesi yoluyla yeni bir araştırma dalgası yarattı. Barthélémy ile birlikte Hui’nin başlattıkları “After Simondon” [Simondon Sonrası] dizisi içinde yer alan “Life Technology Beyond Simondon”un [Simondon’un Ötesinde Yaşam Teknolojisi] (2015) sunuş yazısında Yuk şöyle diyor:


Gerçekten de Simondon’un kendi zamanında ele almadığı ve alamadığı, ancak düşüncesinin sorgulama, sorunsallaştırma, eleştirme ve aydınlatma gücünü elinde bulundurduğu meydan okuyucu çağdaş meseleler vardır. … Simondon yalnızca bir teknoloji filozofu değildi; onun tutkusu daha çok, felsefe tarihini bireyleşme kavramına göre yeniden yazmak ve teknolojiyi kültürle etkin bir şekilde bütünleştirebilecek bir felsefi düşünce icat etmekti ... Simondon’un kavram ve gözlemlerinin, günümüz koşullarıyla başa çıkmak için yeni kavramların, teorilerin ve uygulamaların geliştirilmesi için zengin bir kaynak olarak hizmet edebileceğini iddia ediyoruz. Bu, dijital nesnelerden tekno -ve medya- ekolojilerinden “teknolojik hümanizm” olarak adlandırılabilecek şeye kadar çok çeşitli konuları içerir; bireyleşmeden icatlardan ve hayallerden algılara; hayvanlardan teknik sistemlere ve yirmi birinci yüzyıldaki otomatikleşme ve yabancılaşma sorunlarından sibernetikleşme sürecine. Bu dizinin Simondon’un projelerinin bir devamı olarak hareket edebileceğini umuyoruz …” (Barthélémy, 2015).



Henüz bizim Simondon’u, “Simondon Sonrası”na taşıma gibi bir vizyonu üstlenmemiz pek olanaklı değil. Çünkü onun düşüncesinin özgün hâlini henüz temellük etmiş değiliz. Bu nedenle, başta Almanya ve Fransa olmak üzere tüm kıta felsefesinde ve uzak doğuda giderek genişleyen ve çeşitli alanlarda etkisi hissedilen Simondon’un düşüncesinin gerektiği önemde ele alınabilmesi ve kavranabilmesi için öncelikle onun bireyleşme felsefesinin ve teknoloji vizyonunun orijinal hâlinin (aslına en sadık biçimde) ortaya konması gerektiğine inanıyorum. Son bir duyuruyu da Read yapsın:


Deleuze, alıntı yaptı, inceledi ve Simondon’dan ilham aldı ve Simondon adı, Stiegler, Toscano ve Virno gibi çağdaş teorisyenler için bir referans noktası oldu. Bunun ötesine geçilir ve bunun yerine Simondon’un temel kavramlarından biri olan birey-ötesi üzerine odaklanılırsa, o zaman daha yeni düşünürlerden bazılarını adlandırmak için Balibar, Maurizio Lazzarato ve Vittorio Morfino’yu kapsayan referanslar çemberi genişler. Dahası, terimin tam bir entelektüel tarihi, Lucien Goldmann, Jacques Lacan ve hatta Althusser’in eserlerini içerecek şekilde daha da geriye uzanacaktır. “Birey-ötesi” terimi hızla çağdaş düşüncede ortaya çıkan bir kavram hâline geliyor ve Spinoza okumalarından çağdaş emek süreci ve tüketim toplumu tartışmalarına kadar her şeyle ilgi kurmak için kullanılıyor (Read, 2015: 202).



 

Kaynak: Hüsamettin Çetinkaya, Gilbert Simondon: Bireyleşme Felsefesi, Akademim Kitaplığı, 2024.

 

[1] Biyografik bilgileri aktardığım Iliadis (2013a) şu atfı yapmaktadır: “Nathalie Simondon’un babasının biyografisine gilbert.simondon.fr/Bio adresinden bakılabilir. Burada ağırlıklı olarak bu çevrim içi biyografiden yararlanılmıştır.”

[2] Bir önceki paragraf ve bu paragrafta özet olarak sunulan Simondon’un genel biyografisi ve tarihçesi ile ilgili bilgiler künyeleri kaynakçada verilen şu eserlerden (ki hemen hepsinin giriş bölümlerinde benzer bilgiler çeşitli biçimlerde yer alır) derlenmiştir: Iliadis (2013), Alloa (2017), Chabot (2003), Mills (2016), Virno (2009).

[3] Simondon, Gilbert. (2020). Individuation in Light of Notion of Form and Information, çev. Taylor Adkins, Minneapolis: University of Minnesota Press; bundan sonra bu esere metinde ILFI olarak atıfta bulunulacak ve ardından sayfa numarası verilecektir. Simondon, Gilbert. (2017). On the Mode of Existence of Technical Objects, çev. Cécile Malaspina ve John Rogove, Minneapolis: Univocal Publishing; bundan sonra bu esere metinde METO olarak atıfta bulunulacak ve ardından sayfa numarası verilecektir. Simondon. Gilbert. (2012). “Technical Mentality” içinde Being and Technology, ed. Arne De Boever vd. Edinburgh: Edinburgh University Press, 1-16; bundan sonra bu esere metinde TM olarak atıfta bulunulacak ve ardından sayfa numarası verilecektir.

[4] Deleuze, Gilles. (2004). Desert Islands and Other Texts 1953-1974, ed. çev. Michael Taormina, Los Angeles: Semiotext(e) Colombia Universitesi, 86-89.

Comments


Üst
bottom of page