“Önceden intihal” kabaca, benzeşme, üstünü örtme, zamansal ters yüz etme ve bağdaşmazlık ölçütleriyle fark edilebilecek olan ve bir yazarın, kendisinden sonra gelen, gelecekteki bir yazardan esinlenmesi, araklaması, giderek intihali paradoksudur.
08/22 | Makale
Ekaterina Panikanova, Tricycle [Detay]
Bayard’ın (Oulipo’dan alıp kendisine mal ettiği, daha doğrusu, onların kendilerinden önceki birtakım yazarlara yaptıklarını şimdi sırası geldiğinde onlara yapıp, Oulipocuları da zan altında bırakarak sahipleniverdiği) “önceden intihal” kavramı, intihal tartışmalarını bir adım ileri (ya da geri?) götürecek zekice bir hamle. Yazar her zamanki hınzır yaklaşımıyla, konuyu son derece ciddi bir kuramsal araştırma kisvesi altında ele alırken, aslında asık suratlı edebiyat tarihiyle, karşılaştırmalı edebiyatın aşırı ciddiyetiyle de dalga geçiyor; metinlerarası göndermelerin aşırıyorumlanmasının nerelere varabileceğini, eleştiri mekanizmasının çaresiz kaldığı açmazları, okurun belleğinin tuhaf işleyiş mekanizmasının nasıl çağrışımsal, öznel anlamlar üretebileceğini ve sonuç olarak, her metnin kaçınılmaz olarak bir noktadan sonra intihalle (ya da önceden intihalle ve hatta kendinden intihalle) suçlanabileceğini gösteriyor.
Önceden intihal, aslında, sonradan yazılmış yapıtın, önceki yapıtla ilişkisini tersine çevirerek, pek çok yazarın önceden söylemiş olduğu sözü yineler: edebiyatta her yeni (daha doğrusu her iyi) yapıt kendi öncellerini yaratır, onları okuma biçimimizi kökten değiştirir, (şimdilik) kendisiyle sonlanan bir şecere oluşturur, yeni bir hat çizer. Çok güçlü örneklerde, selefini intihal yapmış gibi gösterecek kadar.
“Önceden intihal” kabaca, benzeşme, üstünü örtme, zamansal ters yüz etme ve bağdaşmazlık ölçütleriyle fark edilebilecek olan ve bir yazarın, kendisinden sonra gelen, gelecekteki bir yazardan esinlenmesi, araklaması, giderek intihali paradoksudur. “Yazarların müstakbel meslektaşlarından da ödünç aldıklarını görmek için edebiyat tarihine bakmak yeterli. Aralarında yıllar yahut asırlar olan metinler arasındaki bazı tuhaf benzerlikler, gerçekten de sadece talihin tesadüfü olarak ya da klasik intihal biçimleriyle açıklanamaz. Bu kitapta ayrıntılarıyla açıklayacağım nedenlerle, aşırmanın başka türlü de kullanılmış olduğu açıktır.”[1]
Bayard bu paradoksun izini sürerken, okur da yavaş yavaş bu saçma sapan öneriyi benimsemeye, çarpıcı örnekler karşısında neredeyse ikna olmaya başlar, edebiyat tarihi birdenbire bir intihal bataklığına dönüşüverir. Bayard Okumadığımız Kitaplar’da yaptığı gibi, burada da aslında okuru tuzağa düşürmenin çok zarif bir yolunu bulur. Kitap önce kafa karıştırır, sonra birtakım soruların belirmesine yol açar. Önceden intihal, aslında, sonradan yazılmış yapıtın, önceki yapıtla ilişkisini tersine çevirerek, pek çok yazarın önceden söylemiş olduğu sözü yineler: edebiyatta her yeni (daha doğrusu her iyi) yapıt kendi öncellerini yaratır, onları okuma biçimimizi kökten değiştirir, (şimdilik) kendisiyle sonlanan bir şecere oluşturur, yeni bir hat çizer. Çok güçlü örneklerde, selefini intihal yapmış gibi gösterecek kadar.
Bayard’ın, kitabın ilk bölümünde “önceden intihal” başlığını kendisine mal etmesi gerektiğinden mecburen Oulipo’ya yer verdiği için olsa gerek, yalnızca bir dipnotla geçiştirdiği, Georges Perec’in Kış Yolculuğu adlı öyküsü, aslında “önceden intihal”in par excellence örneğidir. Öykü, modern Fransız edebiyatının unutulmuş bir başyapıtının keşfini anlatır. 19. Yüzyıl’ın Fransız şairlerinin tümünü intihalciye dönüştüren devasa bir anakronizm komplosudur söz konusu olan.
Kış Yolculuğu’nu ne zaman okusam aklıma Perec’in Queneau’nun Zorlu Bir Kış’ı için söyledikleri gelir (hatta Mikhaïl Gorliouk’un, işin içine Calvino’yu da katarak uyguladığı “Bir Gece Eğer Bir Kış Yolculuğu” formülüne başvurmak gerekirse bu ortak kitaba “Zorlu Bir Kış Yolculuğu” bile denebilir.): “İlk okuduğumda, hayretler içinde kaldığım bu dingin hikâyenin nasıl olup da beni bu kadar heyecanlandırmayı başardığını sorgulamıştım kendi kendime. O zamandan beri her yeniden okuyuşumda, daha önce dikkat etmediğim bir ayrıntıyı keşfettim. Her sürprizle, her keşifle birlikte Zorlu Bir Kış benim için yavaş yavaş tüketilemezlik aşamasına ulaştı.”
Kış Yolculuğu 1939 yazında Vincent Degraël adlı genç bir edebiyat öğretmeninin, bir arkadaşının kütüphanesinde, tesadüfen, şimdiye dek adını bile duymadığı Hugo Vernier’ye ait Kış Yolculuğu adlı ince bir kitaba denk gelmesiyle başlar. Degraël kitabı okumaya başlar başlamaz kendisini fazlasıyla tedirgin eden bir duyguya kapılır; okuduğu cümleler son derece tanıdık gelmiştir. Biraz da ihtisas alanı dolayısıyla, kitapta, çok iyi bildiği bir dönemin şairlerinin, Germain Nouveau ve Tristan Corbière, Villiers ve Banville, Rimbaud ve Verhaeren’in izlerine rastladığını düşünür. Önce bu kitabı tezi dolayısıyla mutlaka okumuş olduğunu ya da bir déjà vu yaşadığını zanneder, hani bir yudum matenin sıradan tadının sizi otuz yıl öncesinin Buenos Aires’ine götürmesi gibi; ama çok geçmeden kuşkulanmakta haklı olduğunu anlar: burada beklenmedik rastlantılardan, açığa vurulan etkilerden, bilerek yapılmış saygı gösterilerinden, bilinçsiz kopyalardan, öykünme isteğinden, alıntılar yapma eğiliminden fazlası vardır.
“Otuza yakın alıntı saptamıştı. Kuşkusuz başkaları da vardı. Hugo Vernier’nin kitabı on dokuzuncu yüzyıl onu şairlerinden muazzam bir devşirmeye benziyordu, ölçüsüz bir derleme, hemen her parçası başkasına ait bir mozaik. Metninin malzemesini başkalarının kitaplarından almak istemiş olan bu meçhul yazarı hayalinde canlandırmak için kendini zorladığında, bu hayranlık uyandırıcı ve anlamsız projeyi tümüyle gözünün önüne getirmeyi denediğinde, Degraël içinde kaygı verici bir kuşkunun doğduğunu hissetti: raftan kitabı alırken, biyografik verileri kaydetmeden hiçbir esere göz atmayan genç araştırıcı refleksleriyle, tarihini otomatikman not ettiğini anımsayıvermişti. Belki yanılmıştı, ama bu tarihi 1864 gibi okuduğunu sanmıştı. Kalbi çarparak kontrol etti. Evet, doğru okumuştu: bu da demekti ki Vernier iki yıl önceden Mallarmé’nin bir dizesini ‘zikretmiş’, ‘Unutulmuş Arietta’larından on yıl önce Verlaine’den çalıntılar yapmış, çeyrek yüzyıl önceden Gustave Kahn’ı yazmıştı. Bu demekti ki Lautréamont, Germain Nouveau, Rimbaud, Corbière ve daha bir sürü başkaları, tek bir eserde kendisinden üç veya dört yazar neslinin besleneceği malzemeyi toparlamayı bilen bu dâhi ve değeri anlaşılmamış şairin kopyacılarından başka bir şey değildiler!”[2]
Sonuçta Vincent Degraël yaklaşık otuz yıl boyunca şairin ve bu “öngörüsel antoloji”nin var olduğuna dair kanıt toplamak için boş yere çırpınır fakat tüm yaşamını adadığı kitap ve yazarı hakkında hiçbir sonuca ulaşamadan ömrünü bir psikiyatri hastanesinde tamamlar.
Perec’in, çok erken ölümünden üç yıl önce, belki de bir tür öngörüsel vasiyetname olarak kaleme aldığı öykü büyük ihtimalle tamamen kurmacaydı. Gerçi emin olamayız: Perec’in arkadaşı Jacques Roubaud, hikâyenin arka planını aydınlatmak amacıyla Kış Yolculuğu’na bir şerh yazar, onu Hervé Le Tellier ve diğer Oulipocular takip eder, sonuçta ortaya Perec/Oulipo imzalı bir kitap çıkar: Le Voyage d’hiver & ses suites. [3]
… etiketinde özenli bir el yazısıyla Kış Yolculuğu yazıyordu: ilk sekiz sayfada bu boşa çıkan araştırmaların öyküsü yer alıyordu, geride kalan 392 sayfa ise boştu.
Bu kolektif roman denemesinin ortaya çıkışında, Kış Yolculuğu’nun sonundaki ayrıntı önemli bir etken olsa gerek: “Vincent Degraël, Verrières Psikiyatri Hastanesi’nde öldüğünde, eski öğrencilerinin bazıları, geride bıraktığı muazzam belge ve elyazması notları tasnife giriştiler: bunların arasında, siyah bez ciltli koca bir kayıt defteri de yer alıyordu, etiketinde özenli bir el yazısıyla Kış Yolculuğu yazıyordu: ilk sekiz sayfada bu boşa çıkan araştırmaların öyküsü yer alıyordu, geride kalan 392 sayfa ise boştu.” Oulipocular, Perec’in gerçekten de 8 sayfa tutan metninin devamındaki 392 sayfayı tamamlama fantezisine karşı gelememişler belli ki.
Benzer bir “önceden intihal” vakası, Perec’in uzak atalarından birini çıkartır karşımıza. (Hayır, Kosta Panoyef değil, şimdilik!) Perec’in (Bayard’ın da dikkatinden kaçan) bu yazar hakkında bilgisi var mıydı, bilmiyorum, ama olsaydı büyük ihtimalle Kış Yolculuğu’nun bir yerinde adını geçirirdi. Pek çok kişi tarafından büyük bir yaratıcı olarak selamlanan, Charlie Chaplin’e göre “dünyanın en büyük mizahçısı”, Octave Aubert’e göre “fantezinin Balzac’ı, Dumas’sı”, Raymond Ritter’e göre “son ortaçağ şairimiz”, Ramon Gomez de la Serna’ya göre ise “çağımızı en iyi temsil eden ve en çok taklit edilmiş yazarlardan biri”dir, Pierre-Henri Cami. Cami, 1884 yılında, Fransa’da, Aşağı Pireneler’deki Pau’da doğar. 1903 yılında Paris’e gider, konservatuara girer fakat başarılı olamaz. 1910 yılında, ancak 7 sayı yayınlayabildiği “Resimli Küçük Cenaze Alayı/Ölügömücülerin Mesleki ve Mizahi Dergisi”ni kurar. Çeşitli gazete ve dergilerde mizah yazıları, skeçler, kısa oyunlar yazmaya başlar. Öykülerini kitaplaştırır. Daha sonra romanlarına ağırlık verir. 40’tan fazla kitabın yanı sıra yüzlerce şarkı ve operet kaleme alır. 1958 yılında, Paris’te, unutulmuş bir yazar olarak hayata gözlerini yumar.
Michel Laclos, Cami’nin Bay Rikiki’nin Akılalmaz Yolculuğu kitabına yazdığı önsözde, yazarın tuhaf etki alanına işaret eder ve olası bir “önceden intihal” şüphesi uyandırır. “Hiçbir zaman çağının ilerisinde, dışlanmış, köşesine çekilip ilgisizliğin duygusuz çöllerinde acı çeken bir yazar olmamıştır. Bizim gibi kimi koşullanmamışların gayretine rağmen, bugün yıldızının sönmüş gibi görünmesinin nedeni, eserlerinin eskimiş, defalarca taklit edilmiş, mizahının zayıflamış olması değil, adına kitapçılarda nadiren rastlanmasıdır. (…) Cami’nin kimlerden etkilendiğini bulmaya çalışmak ve onu edebi bir sınıfa sokmak güçtür. Ciddi bir riske girmeden diyebiliriz ki Cami ile arkadaşça ilişkiler içinde olan Gomez de la Serna ve Pitigrilli’de Cami’nin etkilerini görebiliriz. Ayrıca Eugène Ionesco, André Frédérique ve Pierre Dac, Robert Dhéry’nin zirzop oyunları ve günümüz kafe-tiyatrolarında Cami’nin etkilerine rastlayabiliriz.”[4]
Perec’in Kış Yolculuğu’nu okuduğumda aklıma hemen Cami gelmişti, daha doğrusu Ferhan Şensoy’un Cami uyarlaması Yorgun Matador’un oyun kitapçığında yer alan şu sözleri: “İçinden Tramvay Geçen Şarkı’yı izledikten sonra Haldun Taner bana üstünde ‘CAMI’ yazan, gizli mizah serisinden bir kitap getirdi. Kendine özgü alaycı gülüşüyle: ‘Karl Valentin’den sonra sen bunu yap!’ dedi. Harıl harıl okudum, tanımadığım, kimsenin tanımadığı Cami’yi… Çok ilginç… Beckett, Ionesco, Artaud, Arrabal, hepsi var sanki içinde… Hepsinden etkilenmiş demek bu Pierre-Henri Cami, diye düşünüyor insan… Daha sonra anlıyorsunuz kimin kimden etkilendiğini, çünkü Cami’nin tevellütü 1884!”
Roland Topor da, “Camik Güç” adlı yazısında, Cami’yi, özellikle Bazı Kitaplarımı Nasıl Yazdım’da ifşa ettiği yöntemlerin benzerliği açısından Raymond Roussel ile kıyaslar. Cami’nin buluşlar, dil oyunları, gerçeküstücü yaklaşım açısından en az onun kadar önemli olduğunun altını çizerken, “önceden intihal” şüphesini arttıracak şu karşılaştırmayı yapar:
“Karşılaştırma burada bitiyor. Çünkü bu iki yazar Fransız edebiyatının şeref tablosunda çok farklı yerlerde bulunurlar. Cami’nin üzerindeki öfke, onun büyük bir günahından kaynaklanmaktadır: komik gücü! Cami gülünçtür, demek ki ciddi değildir. Ciddi olmadığına göre, onu ciddiye almak gerekmez. Eğer André Breton onu Kara Mizah Antolojisi’ne almış olsaydı, öldükten sonra ünü farklı olurdu. Buna üzülmeli mi? Bu dersini iyi çalışan öğrenciler topluluğunun onu dışlaması, Cami’nin tüm tazeliğini korumasını sağlamıştır. Kırıp geçiren gücü, el değmemiş olarak durmaktadır. (…) Cami kamu yararı için ortaya çıkarılmalıydı. O, Méliès, Gümrükçü Rousseau, Karl Valentin, Chaplin, Apollinaire, Jarry, Prévert, Chaval, Allais, Boby Lapointe ve gerçek avangardın yürekli yaratıcılarından kötü olmayan birkaçının yanında yer almayı hak etmiştir.”
Burada düpedüz bir sükût suikastı var gibi görünüyor. Önceden intihal, demek ki intihalden bile daha ağır bir şekilde cezalandırılıyor sonradan intihalciler tarafından. Jacques Roubaud da Kış Yolculuğu’na yazdığı devam metninde, Hugo Vernier’ye yönelik bu tür bir komplodan söz eder.
“Hugo Vernier’nin son isteğine uygun olarak, Virginie kitabın bir kopyasını Milli Kütüphane’ye yolladı (bildiğiniz gibi, bu kopya kayboldu). Geriye kalan 316 nüshanın tümünü muhafaza etti. İlerleyen yıllarda (içinde Hugo Vernier’nin biricik portresinin yer aldığı kendi nüshası hariç) hepsini, teker teker, dönemin Fransız şiirinin büyük isimlerinin tümüne ulaştırdı. Hepsi de kitabı okudular. Hepsi kitaptan aşırdılar ve öyle görünüyor ki kendi nüshalarını yok ettiler.”
Vernier’nin ikinci kitabı Kış Yolculuğu’nun feci sonu işte böyledir. Hugo Vernier’nin Şiirleri adını taşıyan ilk kitap ise hem içeriği hem sonu açısından sıra dışıdır. Bu ince kitap Birçok Sone, İlk Şiirler, Diğer Şiirler şeklinde ilerleyen bir yapıya sahiptir. Kitabın son bölümünde ise Vernier kendi içlerinde kafiyeli olarak 7 gruba ayırdığı 34 dizeden oluşan bir liste sunar ve bu dizelerin, okur tarafından bir araya getirilerek farklı farklı şiirler oluşturabileceğini dile getirir.
“Meschinot, Putanus, Kenellios, Kuhlmann gibi ünlü seleflerim tarafından çoktan katedilmiş bir yolu izlediğim, çoktan derinleştirilmiş bir iz üstünde ilerlediğim söylenebilir. Doğrudur. Kâğıdın üzerine yerleştireceğim on adet apaçık sone ile, size onlardan yüz bin milyar muhtemel armağan sunabilirdim. Yapabilirdim ama yapmadım.” Burada Roubaud, apaçık bir şekilde, Oulipo’nun temel metinlerinden biri olan Queneau’nun “Yüz Bin Milyar Şiir”ine göndermekte ve Hugo Vernier’nin, Queneau’yu “önceden intihal” ettiğini söylemektedir. Roubaud’nun sözünü ettiği bu kitap (Hugo Vernier’nin Şiirleri) asla yayımlanmamıştır. 25 Haziran 1857 tarihinde, yani Vernier’nin kitabının yayımlanmasının öngörüldüğü tarihten iki gün sonra, Charles Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri yayımlanır. Vernier’nin kitabı, matbaacının anlaşılmaz bir biçimde kitabın basımını geciktirmesi dolayısıyla geç kalmıştır. Oysa bu kitapta yer alan dizelerin tamamı, ufak tefek değişikliklerle Kötülük Çiçekleri’nin sayfalarında yer almaktadır ve intihalci de Baudelaire’den başkası değildir.
Baudelaire’in Şarap şiiri için bir illüstrasyon
Böylece, yüzyıl sonu Fransız şiirinde “Baudelaire etkisi” olarak bilinen durum, iki nedenden dolayı aslında Vernier etkisidir. Birincisi, Kış Yolculuğu’nu bir uçtan diğerine kateden aşırmalar ortaya çıkmadığı için, ikincisi de, Baudelaire’i okuduklarını sanan Mallarmé, Verlaine, Rimbaud ve diğerleri aslında her zaman Vernier’yi okumuş oldukları için.
Evet, “önceden intihal” fikri güzel, ki zaten Oulipocular bulmuş, Bayard da bu fikri çok güzel parlatmış, ama sonuç olarak hepsi bir şakadan ibaret değil mi?
Roubaud parodiyi daha da gerçekçi kılmak için Vernier’nin Baudelaire’le intihal, Queneau’yla “önceden intihal” ilişkisi içinde bulunan dizelerini, Kötülük Çiçekleri içinden tek tek seçerek, aşırarak 7 grupta bir araya getirir, ayrıca bir de sone “yazar.” Böylece iyice tuhaf bir ilişki ağı çıkar ortaya: Baudelaire’in dizeleri hem Vernier’nin “önceden intihal”inin hem Queneau’nun intihalinin hem de Roubaud’nun pastişinin nesnesine dönüşürler.
Perec’in, Roubaud’nun, Oulipocuların bu tuhaf çabası ne anlama geliyor peki? Yalnızca oyun oynama, buluş yapma, eğlenme, zıpırlık peşinde koşma keyfi mi var işin ardında? Bir tür edebi, entelektüel rekabet, hırs, zekâ gösterisi mi yalnızca? Bayard’ın metni de ilk bakışta bu damara bağlanabilecek türden bir kitap gibi gözüküyor. Evet, “önceden intihal” fikri güzel, ki zaten Oulipocular bulmuş, Bayard da bu fikri çok güzel parlatmış, ama sonuç olarak hepsi bir şakadan ibaret değil mi?
“Ancak bu konferansın başından beri size hissettirmeye çalıştığım gibi, Baudelaire’in en büyük zaferi, hiç şüphesiz birkaç büyük şairin dünyaya gelmiş olmasını sağlamaktır. Ne Verlaine ne Mallarmé ne de Rimbaud belirli bir yaşa geldiklerinde Kötülük Çiçekleri’ni okumadan oldukları kişi olabilirlerdi. Bu derlemedeki hangi şiirlerin; Verlaine, Mallarmé ya da Rimbaud’nun hangi dizelerinin önceden habercisi olduğunu göstermek kolaydır.”
Bu sözler Paul Valéry’ye ait. Bayard kitabın “Tesadüfi Yaratı” adlı bölümünde, Valéry’nin “Collège de France’ta Poetika Eğitimi” adlı konferans metninden hareketle hem Valéry’nin “önceden intihal” fikrini ilk ortaya atanlardan biri olduğunu dile getiriyor hem de Baudelaire’in selef ve halefleriyle olan karmaşık ilişkisini mercek altına alıyor. Valéry’nin poetika açısından kronoloji ile ilgilenmediğini, yazarların art arda gelişinin, halef-selef ilişkilerinin tamamen rastlantısal olduğunu düşündüğünü dile getiren Bayard, Baudelaire’in yapıtını anlamlandırmak için ortaya attığı “hayalet yazar” figürünün burada belirleyici olduğunu söyleyerek, Verlaine’in ya da Rimbaud’nun sesinin Baudelaire’de mevcut ve tanınabilir durumda olduğuna işaret eden Valéry’nin, kimin kimi etkilediği sorusunu iyiden iyiye muğlaklaştırdığını, bunun da metinleri okuma alışkanlıklarımızı tümüyle değiştirdiğini belirtiyor.
“Zira Valéry’nin hakkıyla gösterdiği gibi, Baudelaire’i kurtaran, ardıllarını bulmasıdır. Keşfedilecek bu yenilikten hareketle, oluşum içindeki yazar kesin bir fikre sahip değildir, zira geçmişe değil geleceğe aittir. Bununla birlikte tesadüfi yaratının, kendini; sadece yazarın onlardan bir kopuş gerçekleştirmek için aradığı geçmiş yazarlar değil, aynı zamanda yazarın hem etkisini güçlendireceği hem de ilham alacağı müstakbel yazarların ölçüsünde de gerçekleştirdiğini varsayabiliriz. Valéry, benim ‘hayalet yazar’ olarak adlandırdığım şeyin, Baudelaire’in metninde mevcut olduğunu ve selefleri kadar bu hayalet yazarların da, zaman engellerinin ötesinde yazarların birbirlerini beslediği bir karşılıklı intihal hareketi aracılığıyla, onun geleceği yaratmasına imkân tanıdığını gösterir.”
Perec de, Roubaud da, Oulipocular da Valéry’nin bu yaklaşımı üzerine derinlemesine düşünmüşlerdi, hiç kuşkusuz. Üstelik Bayard da kitabı yazarken bunu biliyordu. Yani aslında hiçbir şey “tesadüfi” değildi!
Perec ve Roubaud
Perec/Oulipo imzalı genişletilmiş Kış Yolculuğu bütün bu metinlerarası etkileşim ağını çok iyi bilen usta oyuncular tarafından kaleme alınmış bir meta-roman denemesi. Kış Yolculuğu’nun, onu defalarca okumasına rağmen insanı her seferinde hayrete düşüren 8 sayfalık yoğunluğunu arttırarak devam eden, okurun metin/üst-metin/alt-metin/yan-metin dolambacında kaybolmasına yol açan devasa bir edebiyat makinesi, genişletilmiş edisyon. Seleflerin, haleflerin, şerhlerin, zeyillerin birbirine karıştığı, kimin kimi intihal ettiğinin bir noktadan sonra kesinlikle anlaşılamaz (ve önemsiz) hale geldiği bir tour de force. Aşırı-yorum, üst-kurmaca, parodi, pastiş, kendine mal etme, nitelikli yanlış anlama, kopyalama, sahte yazarlar, sahteyazımlar, düzmece metinler, anakronizm ve edebi kalpazanlıkla örülmüş bir labirent.
Perec’in intihal ya da önceden intihal konusundaki sicili de pek temiz değildir. Bir söyleşide şöyle der: “Hiç şüphesiz ki amacım Borges’in Pierre Menard’ı gibi ‘Don Quijote’yi yeniden yazmak değil, fakat en sevdiğim Melville öyküsü olan ‘Bartleby’yi yeniden yazmayı isterim. Yazmış olmayı isteyeceğim bir metin bu, ama zaten var olan bir metni yazmak olanaksız olduğu için, pastişini yapmak yerine onu yeniden yazmak, tabiri caizse farklı bir ‘Bartleby’ yazmak istedim… aslında aynı ‘Bartleby’, yalnızca biraz farklı… sanki onu ben yaratmışım gibi.”
Perec’in öyküsünün devamını getirenlerden biri olan, Neden Kitaplarımın Hiçbirini Yazmadım müellifi Marcel Bénabou, Kış Yolculuğu’nun Perec’le birlikte düşündükleri bir fikirden hareketle gerçekleştirilmiş olduğunu iddia eder. İkilinin projesi, Fransızların ünlü ders kitabı “Collection littéraire Lagarde et Michard”ın 19. Yüzyıl cildinde yer alan tüm roman fragmanlarını, kitapta yer alış sıralarına uygun olarak içerecek bir anlatı yazmaktır. Ernest Wright’ın 1939 tarihli Gadsby’si de, Joe Brainard’ın 1970 tarihli I Remember’ı da, Perec’in derdinin başka bir şey olduğunu gösterir. İntihal etmek ya da önceden intihal etmek, orijinal olmak, yeni bir söz söylemek onu ilgilendirmemektedir. Perec her zaman, çoktan, başkasının dilinin içinde dahi kendi dilinin, kendi olanaksızlığının; dile getirilemeyeni, betimlenemeyeni, hakkında konuşulamayanı biraz daha ertelemek için kurduğu öncesiz-sonrasız labirentin, Vincent Degraël’in “öngörüsel antoloji”sinin içindedir. Roubaud, Oulipo toplantılarında, ortaya bir fikir atıldığı hemen her seferinde, içlerinden birinin mutlaka şu cümleyi kurduğunu belirtir:
“Perec bunu düşünmüştü!”
Comments