top of page

Lokhos’un Logos’u: Lohusalığın Fenomenolojisi *

Toros Güneş Esgün


Çünkü doğum epifanik’tir: Işır, kutlar, açığa vurur; belirsiz, fakat kaçınılmaz bir sürecin sonucunu görünür kılar ve bildirir. Bir kere gerçekleştikten sonra geri alınamaz ve ondan sonra her şey yeniden değişir.


03/24 | Kitap

 



Hamile bedenleri “tuhaf” kılan, onların hep söylenegeldiği gibi “iki canlı” olması veya tek bedende başka beden taşımaları değil, organsız bir kalp atışıyla ilk hareketine başlayan, “sağlıklı” ve “normal” bir vücuda tamamlanıp tamamlanmayacağı belirsiz, oluş halindeki bir bedeni, ölüm ve yaşam arasındaki canı içermeleridir. Hamile, Aristoteles’in hypokeimenon’u gibi taşırken, taşıdığına tabi olur gibi görünse de aslında altta kalan değil, olanakları içeren substantia, birlikli töz ve aynı zamanda özne (subjectum) olandır. Oysa kadının “döle yatak olma” hali tam da Aristoteles üzerinden salt bir edilgenlik olarak anlamlandırılmıştır. Beauvoir, Aristoteles’e referans vererek, annenin üremede dahi etkin olmadığını savunan bu görüşü eleştirir: “Yaratan yalnızca babadır. Aristoteles, ceninin sperm ile adet kanının karşılaşmasından doğduğunu hayal eder. Bu sembiyoza kadın sadece edilgen bir madde ile dahil olmuştur, güç, etkinlik, devinim, yaşam eril ilkedir.” [1] Yine de Beauvoir, hamileliğin tam anlamıyla etkin bir hal olduğu savunmaz, ona göre bu yorucu, maruz kalınan ve ağrılı bir süreçtir. Her ne kadar kadının özgürleşmesine esas engel olan toplumsal koşullar olsa da Beauvoir’a göre kadın biyolojisinin edilgenliği de sanki bundan sorumlu gibidir ve özgürleşme uğruna kadın bedeninin edilgenleştirici halleri dışlanır.


Beauvoir, kadının içkinliğini özgürleşmesinin önünde engel olarak gördüğü için anneliği de içkinliğin ilamı olarak bir anlamda reddeder. Fakat belki bu içkinlik ve hypokeimenon olma durumu tıpkı Spinoza’nın natura naturans’ı gibi oluş sürecinin ereğine dair hamilenin körlüğünün göstergesidir ve hamile, tabiiyetini etkinliğe dönüştürme olanağı bakımından pekâlâ özgür de olabilir. Yeni ve muhtemel yaşama dair kelimenin tam anlamıyla “içten içe” hissederek doğrudan bilebildikleri sadece bedenini çalkalayan ve genişleten dönüşümler, mide bulantıları ve baş dönmeleri ile kendi bedeninin içinden gelen dokunuşlardır: Önce minik tekme ve yumruklar, gerinmeler, dönme ve yer değiştirmeler, sıçramalarla hissedilen ama sesi duyulamayan hıçkırıklar. Hamile, içerdekine “yataklık” ederken, onu dolayım olmadığında görmeden, duymadan, tatmadan, koklamadan ve dokunmadan hisseder. 6. his kadar mistik olmayan, bilakis çok maddi, henüz tanımlanmamış bir 6. duyu -dolaysız bir gerçeklik hissi-, diğer algılardan farklı olarak dıştan-içe değil, içten-içe etkileyen, iç organları iterek kendine yer açanı, kendini hissettireni de hissedeni de aynı anda hem özne hem nesne kılan, sadece hamilelik boyunca iş gören bir başka duyu işler. Yine de hamile hâlâ içindeki sürecin logos’undan muaftır, kendi logos’una ancak doğumdan sonra, içinin dışa çıkması ve içindeki başkayla yüz yüze karşılaşmayla ulaşır. Beauvoir da hamilelikteki bu içkinlik sürecini, özne-nesne ayrımının dönüşümünü tespit eder fakat bunların annenin yanılsamalarından ibaret olduğunu düşünür: “Gebelik her şeyden çok, kadının kendisi ile kendisi arasında geçen bir dramdır.” [2] Ona göre kendini etkin sanan anne gerçekte edilgendir, “çocuk kendi kendini yapar”, [3] anne ise “dişiliğin köleliği”ne tabidir. Süreç boyunca sadece kendi kendine var olmakta olan bebek etkindir. Böylece Beauvoir niyetlediğinin aksine hem Aristotelesçi bakışı hem psikanalizin anneye yönelik nesneleştirici yorumunu kabullenmiş olur. Benzer bir bakış kadının doğum deneyimi ele alan nadir filozoflardan Irigaray’da da söz konusudur: Doğan bebektir, anne ise neredeyse sadece bir tanık düzeyine indirgenir ve böylece özgürleşme adına babanın dışsallığına yaklaştırılır. Oysa annenin “maruziyet”i onun failliği de olabilir, çünkü ancak maruz kaldığımız durumları etkinliğe dönüştürebildiğimiz ölçüde özgürüzdür. Doğal bir süreci maruziyet olarak görmek, önyargılarını feminist kuramcılara bile bulaştıran Kartezyen seslerin bir yankısı olabilir. Zira bebek ve anne arasındaki ilişkiyi bir tabiiyet veya maruz kalma durumu olarak görmek doğa-insan dikotomisine denk düşen insan merkezci bir bakıştır. Anne ve bebek birbirine bağlıdır, tıpkı ağacın toprağa bağlılığı gibi. Kültür bu bağı kutsar gibi görünür ama aslında onu ne anlar ne de tanır. Bu yüzden Spinoza’nın eşanlı ontolojisi anne-bebek ilişkisini Aristoteles ontolojisinden de Beauvoir ve Irigaray’ın temsil ettiği anti-Aristotelesçi fakat aynı zamanda bebek merkezli düşüncelerden daha iyi anlatır. Hamilelik, anne ve bebek arasındaki bu ilişkiselliğin, -öznelerarasılığın [4] ve aynı anda yönelimselliğin [5]-, birinin diğerinin altında kalmadığı, taşıyan ile taşınanın eşitlendiği ilk durumudur.





Önce embriyonun sonra fetüsün tüm evrelerini, ilk organların oluşumundan yüz mimiklerine kadar inceleyebilen, kalp atışlarını dinleten ultrason teknolojisi de görme ve duyma için hamileye dolayım sunsa da ilk karşılaşmanın hissini veremez ve sürprizini bozamaz. Yüzlerce, bazen binlerce euro’luk DNA testleri cinsiyeti, muhtemel hastalıkları öngörse de doğumdan sonra “yenidoğan” olarak adlandırılacak yeni bedenin “normalliği”ni yüzde yüz garanti edemez. Çünkü aslında tıp da yaşama gelecek olanın ereğine hamile kadar kördür fakat kendi körlüğünü bile bilimsel kılmak zorunda olduğu için hamilenin cehaletinin özgürlüğü onda yoktur. Tıp, hamile bedenin sahip olabildiği 6. duyudan, yani içindeki canlıyı 5 duyunun dolayımı olmadan hissedebilme yetisinden yoksundur. Bebek ise bazı araştırmalara göre ses, koku ve tadı algılayabilir, fakat görme ve dokunma doğduktan sonra mümkün olabilir. Dokunma hemen başlarken, görme bulanıktan netliğe doğru seyreder. Hem anne hem bebek için bir olay (Er-eignis) olarak doğum tüm dolayımları ve tüm körlükleri geçersiz kılar, karşılaşmanın doğrudanlığı ancak o zaman başlar. Çünkü doğum epifanik’tir: Işır, kutlar, açığa vurur; belirsiz, fakat kaçınılmaz bir sürecin sonucunu görünür kılar ve bildirir. Bir kere gerçekleştikten sonra geri alınamaz ve ondan sonra her şey yeniden değişir.


Hamile doğacak olanı doğuransa, lohusa da doğumdan sonra oluşandır.



 

(*) Bu metin, geçtiğimiz ay Livera Yayınevi tarafından yayımlanan Tapınağın Dışında - Marjinal Konular Üzerine Felsefi Denemeler adlı kitaptan yayınevinin izniyle alıntılanmıştır.


Tapınağın Dışında - Marjinal Konular Üzerine Felsefi Denemeler, Der.: Hüseyin Deniz Özcan, Livera Yayınevi, 2024.


İçindekiler:

  • Uygarlığı İki Yönden Kuşatmak: Yamyamlık ve Vejetaryenlik (Nazile Kalaycı)

  • Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları’nda Altıncı Dipnot Üzerine (Alev Özkazanç)

  • Hiçliğe Dair Bir Sözden Yoksun: Baş Sağlığı Üzerine Bir Deneme (Maya Mandalinci)

  • Lokhos’un Logos’u: Lohusalığın Fenomenolojisi (Toros Güneş Esgün)

  • İffete Karşı İhtiyat: Sekse Dair Spinozacı Bir Çözümleme (Mustafa Çağlar Atmaca)

  • Aşkın Eleştirisi: Hegel Felsefesinde Tanrının Tek-Eşliliği (Hüseyin Deniz Özcan)


 

[1] Simone de Beauvoir, İkinci Cinsiyet I, çev. Gülnur Savran, İstanbul: KoçKam Yayınları, 2019. s. 45.

[2] Beauvoir, İkinci Cinsiyet II, çev. Gülnur Savran, İstanbul: KoçKam yayınları, 2019. s.239.

[3] Beauvoir, a.g.e., s.240.

[4] Nicholas Smith’e göre Husserl’den hareketle hamile bedenin öznelerarasılık ile ilişkisi doğum olayının ancak doğan bebek, doğuran anne ve bebekten önce varolan diğer kuşaklarla ilişkili olarak kavranabilmesinde saklıdır. Bknz. “Phenomenology of Pregnancy: A Cure for Philosophy?”, Phenomenology of Pregnancy, edited by Jonna Bornemark & Nicholas Smith, Stockholm: Södertörn Philosophical Studies, 2016, içinde, s.36. Kitabı bana öneren Emre Şan’a teşekkür ederim.

[5] Jonna Bornemark’a göre fetüs’ün ve annenin yönelimselliği iki bedenin birbirleriyle ilişkilenmesi bakımından “kinestetik bir yönelimsellik” olarak tanımlanabilir ve bu yönelimsellik öznelerarasılığı da var eder. Bknz: “Life beyond Individuality: A-subjective Experience in Pregnancy”, Phenomenology of Pregnancy, edited by Jonna Bornemark &Nicholas Smith, Stockholm: Södertörn Philosophical Studies, 2016, içinde. s.266.

Comments


Üst
bottom of page