Konu sanat ve edebiyat olunca, intihal meselesi, esinlenme / etkilenme gibi kavramlarla birlikte düşünülerek bir miktar esnetilebilir mi? Ya da hangi durumlarda, ne kadar esnetilebilir?
11/22 | Makale
İntihal, hukuki açıdan, “kaynak gösterme şartına uyulmadan yapılmış alıntı demektir” (Gözler, 2013, s. 52). Bir kişinin başkasına ait bir düşünceyi, kendisine aitmiş izlenimi verecek biçimde kaynak göstermeksizin kullanması “sadece yazarın eseri üzerindeki mali haklarını ihlal etmekle kalmaz; doğrudan doğruya yazarın manevi haklarını, kendi eseri üzerindeki eser sahibi olarak bilinme hakkını” (Gözler, 2013, s. 52) da ihlal eder ve fikir hırsızlığı olarak kabul edilir.
Özellikle akademik yazında yazarların başkalarına ait düşünceleri kendi düşüncelerinden MLA, APA, Chicago gibi çeşitli atıf sistemleri kullanarak ayırmaları aslen etik ya da ahlaki bir gerekliliktir. “Özgün bir fikir bulduğunu düşünüyorsan ya dâhisindir ya da literatür taramasını iyi yapmamışsındır” benzeri söylemler, özgün fikirler bulmanın oldukça zorlaştığı günümüzde, akademisyenlerin benzer konularda yazılmış metinleri araştırıp bulmaları ve düşüncelerinin orijinalliğini doğrulamaları gerekliliğini vurgular. Shakespeare örneği üzerinden gidilirse, yazarın 18. Yüzyıl’a kadar neredeyse unutulmuşken 21. Yüzyıl’a gelindiğinde üzerine en çok yazılmış yazarlardan biri olma konumuna ulaştığı söylenebilir [1]; dolayısıyla Shakespeare üzerine yazılacak yeni ve orijinal bir fikir bulmanın çok zor olduğu kabul edilir. Akademik yazın, aynı konuda yazılan benzer metinlerle değil, aynı konuya farklı bir bakış, yeni bir görüş sunarak onu açan ve geliştiren metinlerle zenginleşir. Bu bakımdan kullanılan atıf sistemlerinin bir diğer görevi de, ilgilisinin, okuduğu metinde adı anılan kaynaklara ulaşımını kolaylaştırmaktır.
Akademik yazının en önemli sorunlarından biri olan intihal, akademik olmayan yazında hatta sanatın her dalında yine önemli bir mesele olarak karşımıza çıkar. Geçmişten günümüze pek çok yazar ve sanatçının intihal yaptığı iddiasıyla karşı karşıya kaldığı bilinir. Çalınan romanlar, senaryolar, başka metinlerden alınıp azıcık değiştirilerek kullanılmış cümleler zaman zaman gündeme gelir, tartışılır. Yakın dönemde çeşitli sosyal medya hesapları, teknolojinin imkânlarından da faydalanarak, yerli ve yabancı sanat eserlerindeki benzerlikleri ortaya çıkarıp intihal tartışmasını canlı tutmuşlardır.
Konu sanat ve edebiyat olunca, intihal meselesi, esinlenme / etkilenme gibi kavramlarla birlikte düşünülerek bir miktar esnetilebilir mi? Ya da hangi durumlarda, ne kadar esnetilebilir? Bu soruların üzerinde durmak kesin bir sonuca ulaşılamasa da anlamlı olabilir. İntihal-esinlenme sınırını çizmek kimi zaman kolay olsa da, kimi zaman hiç değildir çünkü etkilenme ya da esinlenme, zor fark edilebilecek kadar ustaca yapılmış ve/veya yerinde olabileceği gibi intihal iddiaları doğuracak kadar bariz ve uygunsuz da olabilir; dahası, bilinçli olarak yapılabileceği gibi bilinçsiz olarak da ortaya çıkabilir.
Atıf yapmanın nispeten zor olduğu görsel ve plastik sanatlarda intihalden kurtulmanın bir yolu ‘based on’, ‘inspired by’ ya da ‘after’ gibi ibarelere yer vererek kaynak esere gönderme yapmak olabilir. ‘Based on’, kitaptan uyarlanan filmler söz konusu olduğunda akla gelen ilk örneklerdendir. Özellikle Hollywood sineması uyarlama filmler konusunda başı çeker. Bu bakımdan kimi durumlarda uyarlama / adaptasyon da bu çerçevede değerlendirilebilir. Hem edebiyatta hem sinemada mitolojik ya da folklorik metinlerin, efsanelerin ya da peri masallarının uyarlamalarıyla sıkça karşılaşılır. Örneğin Steven Spielberg yapımı Artificial Intelligence (2001) filmi -filmde de açık göndermeler yapıldığı üzere- Pinokyo’nun (Carlo Collodi, 1883) bilimkurgu uyarlamasıdır. Filmde tahta kukla, insan olmak isteyen bir robot çocukla değiştirilmiş ve Pinokyo’nun macerası temel alınarak üzerine yeni bir konu inşa edilmiştir. Benzer biçimde James Cameron’ın Avatar (2009) filmi ise Pocahontas (ya da John Smith’in günlüğü) hikâyesinin bilimkurgu uyarlamasıdır. Sinemada pek çok eserin başka eserlerin temeline oturtularak yeniden şekillendirildiği görülebilir. Edebiyatta ise benzer ve en bilindik örnek Odysseus’un yolculuğunu (Homeros, Odyssea) şablon olarak kullanan James Joyce’un Ulysses romanıdır. Burada da yine kaynak esere açık göndermeler vardır.
Zamanın sınamasından geçerek kendini kanıtlamış bir eseri, eserin konusunu ya da başkaca herhangi bir unsurunu iskelet olarak kullanmak yeni oluşturulan metnin başarıya ulaşmasına da katkı sağlayabileceği için, yazarlar ve senaristler tarafından tercih edilen bir yöntemdir. Kurt Vonnegut’ın reddedilen yüksek lisans tezinden (The Fluctuations Between Good and Evil in Simple Tasks) yola çıkarak hazırladığı ve verdiği konferanslarda kendine has esprili üslubuyla grafikler çizerek anlattığı üzere, her hikâyenin bir şekli vardır ve bunlar grafiklerle gösterilebilir. İşin ilginci, aynı şablona uyan pek çok hikâye vardır ve Vonnegut’a göre bunlardan bazıları daha iyi hikâyeleri gösterir [2]. Vonnegut’un öne çıkan grafiklerinden biri, Sindirella masalındaki gibi sefalete düşme ve oradan yükselme hikâyesidir ve pek çok eserde bu şablon karşımıza çıkar. Bunlardan biri masalla aynı ismi taşıyan ve gerçek bir boksörün yaşamından uyarlanan Cinderella Man (Ron Howard, 2005) filmidir. Çok satan yazarların da genellikle başarılı olan paternleri tekrar tekrar kullanmaları bilindik bir durumdur.
Kurt Vonnegut'un hikâye şemaları
Bu noktada, Picasso’ya atfedilen “iyi sanatçılar kopyalar, daha iyi sanatçılar çalar” sözünü hatırlamakta fayda olabilir. Her ne kadar ‘taklit’, ‘kopya’ gibi kelimeler başta olumsuz çağrışımlar uyandırsa da unutulmamalıdır ki Antik Yunan’dan neredeyse 20. Yüzyıl’a kadar sanata hâkim olan estetik anlayış doğanın olduğu gibi yansıtılmasına dayanan ve kelime anlamı ‘taklit’ olan Platoncu ‘mimetik’ estetiktir [3]. Doğayı taklit etmenin yanı sıra pek çok sanatçı ve yazar kariyerine beğendiği sanatçıları taklit ederek başlar, ilham aldıkları ve ilham verdikleri öncülleri ve ardıllarıyla birlikte anılırlar. Edebiyatımızda da örneğin, ‘Orhan Kemal öykücüğü’ diye anılan toplumcu gerçekçi bir tarz vardır ve bazı öykücüler Orhan Kemal’in yazdıklarına benzer eserler vermeye çalışır; kimi okur da bu tarz öyküleri okumaktan keyif alır. Dünya edebiyatlarında da durum çok farklı değildir. Belli üsluplar, öne çıkan belli yazarlarla özdeşleşir ve o yazarların izinden giden ardıllar o tarzla anılırlar (örneğin, Kafkaesk). Bu bakımdan başka sanatçıları ‘kopyalamak’ ya da abartılı bir tabirle onlardan ‘çalmak’ o sanatçıların eserlerini özümseyerek onlardan ilham almak, esinlenmek ve kendine mal ederek daha iyisini yapmak olarak kabul edilebildiği ölçüde intihal olarak nitelendirilmemelidir. Sonuçta, Picasso’nun yaptığı da bu olmuştur; Shakespeare’in de neredeyse bütün oyunlarının konularını başka oyunlardan, dönemin tarihi kaynaklarından, kroniklerden, mitolojiden aldığı bilinmektedir. Mina Urgan “Shakespeare’in dehasının özgün olmayan tek yanı[nın] oyunlarının konuları” olduğunu söyler ve ekler: “Yazdıklarının kabataslak özetlerini, başkalarının öykülerinden, oyunlarından ya da tarihsel kitaplardan almasının hiçbir önemi yoktur aslında. Çünkü her edebiyat ürününde olduğu gibi, Shakespeare’de de önemli olan, anlatılan öykünün kendisinden çok, bu öykünün nasıl işlendiği, kişilerin nasıl canlandırıldığı, bu öyküyü ele alış biçimi, ona katılan anlam, şiir ve düşüncedir” (2010, s. 230).
Plastik sanatlarda kaynak esere gönderme yapan en ünlü eserlerden biri Duchamp’ın L.H.O.O.Q. (1919) isimli tablosudur. Mona Lisa röprodüksiyonuna yalnızca sakal ve bıyık eklenmiştir. Gönderme oldukça açıktır. Sherrie Levine ise Fountain (1991) isimli eserinde bu kez Duchamp’ın pisuvarına ‘After Marcel Duchamp’ ibaresine yer vererek gönderme yapar. Bu eserler kavramsal sanat olarak değerlendirildiğinde, gönderme yaptıkları eserlerin düşünsel arka planına farklı bir yaklaşım ve yeni bir bakış getirdiklerinden anlamlıdırlar.
Şu ana kadar verilen örneklerden anlaşılabileceği gibi sorun, daha çok, kaynak esere atıf / gönderme yapılmadığında ortaya çıkar. Zaten intihal de bu durumdan doğar.
Yukarıdaki iki örnek eserden de anlaşılacağı üzere, modernist ve postmodernistlerin 20. Yüzyıl’dan itibaren metinlerarasılık ile pastiş, kolaj, montaj gibi tekniklere sıkça başvurmalarıyla intihal meselesi sanatta ve edebiyatta yeni tartışmalar doğurmuştur. Kimi zaman hazır nesneler kullanan, kimi zaman başkaları tarafından üretilen ya da yazılan şeyleri kendi eserlerine montajlayan postmodernistlerin bu tutumu intihal tartışmalarının odağı haline gelmiştir.
Yine edebiyatımızdan örnek vermek gerekirse, Süreyyya Evren’in Evsel Dönüşüm isimli toplu öykülerindeki Zaman Zeman Öyküleri’nde yer alan ‘Bir Televizyon Kanalı Olarak İnsan’ isimli öyküsü yazarın absürt anlatımına aşina okurlar için Evren’in kaleminden çıktığı konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır. Fakat kitabın sonundaki ‘Öyküler Hakkında Notlar’ kısmına bakıldığında, öykünün 1993 yılı Türkiye İnsan Hakları Raporu’ndan alındıkları belirtilen, italikle yazılmış kısımlar içerdiği anlaşılır (Evren, 2019, s. 479). Evren, raporda aktarılan olayların absürtlüğünü kendi üslubuyla benzeştirerek, raporun bir kısmını yalnızca isimleri ve mekânları değiştirerek öyküsüne montajlamıştır. Bu gibi montajların, intihalden çok kendine mal etme kapsamında değerlendirilmesi daha anlamlı olacaktır.
Oğuz Cebeci “‘parodi’, hem ‘edebi bir tür’ hem de bir ‘teknik’ olarak ele alınmayı gerektirir” der ve parodinin “özellikle çağdaş / postmodern edebiyat kuramı çerçevesinde, ‘metinlerarasılık’ kavramı üzerinden ifade edilen ‘esinlenme’” ile bağlantılı olarak düşünülebileceğini belirtir (2008, s. 12). Konuyu metinlerarasılık ve metinlerarası göndermeler üzerinden örneklendiren Cebeci, “Selim İleri’nin Hayal ve Istırap’ı[nın] bir ‘tür (genre) parodisi’ olmanın ötesine geçerek, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanının; bunun da ötesinde, Charlotte Bronte’nin Jane Eyre’inin parodisi olma” (s. 93) özelliği gösterdiğini söyler. “Parodi etimolojik, tarihi ve sosyolojik perspektifleri de yansıtarak, daha önceye ait bir metnin, başka bir metinle nihai olarak komik etkisi yaratacak biçimde, uyumsuz bir çerçeveye konması olarak tanımlanabilir” (s. 82). Dolayısıyla parodi, metinlerarası bağlantılar kurmak için kullanılan ve edebi metinlerin farklı dönemlerde, farklı toplumlarca, farklı bakış açılarıyla yeniden ele alınmasını sağlayan bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu’nda Jane Eyre’in konusunu temel alsa da, bunu kendi toplumuna uyarlamıştır.
Aslında sadece yazınsal alan değil, sözlü ve yazılı kültür alanının tamamı bağlantılarla, birbirinin üzerine inşa edilerek büyür, genişler.
Parodilerde de olduğu gibi metinler, bilinçli olarak birbiriyle konuşturulabilirler. Cem İleri’nin yazısıyla [4] da bağlantılı olarak Raymond Queneau’nun Biçem Alıştırmaları ve edebiyatımızdan bu metinle konuşan Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi ile Gökdemir İhsan’ın Kurmaca Alıştırmaları bu kapsamda ele alınabilir. Edgü kitabın önsözünde Queneau’nun metnini Türkçeye çevirirken bundan vazgeçip “böylesi bir alıştırmayı Türkçenin olanakları içinde denemenin daha doğru olacağını” düşünerek bunu Queneau’nun konu edindiği gibi sıradan bir olay değil “herkesin yakından bildiği bir olay içinde gerçekleştirmek” istediğini söyler (2017, s. 7): Bu olay 80’lerde yaşanan kepenk kapatma eylemidir ve Edgü olayı Queneau’nun yaptığı gibi 101 farklı üslupta / biçemde anlatmayı dener [5]. Bu durumda Edgü’nün intihal yaptığı, Queneau’nun özgün fikrini çaldığı söylenebilir mi? Yoksa yapılan şey yazarlar ve metinler arası sıra dışı bir iletişim yöntemi olarak mı görülmelidir? Bu değerlendirmeyi yaparken Edgü’nün niyetinin Queneau’nun fikrini çalmak olmadığı da önsözde yaptığı atıftan anlaşılabilecektir. Bir diğer metin olan Kurmaca Alıştırmaları’nın önsözünde Armağan Ekici “Gökdemir İhsan, Queneau’nun oyununu görüyor ve artırıyor” (İhsan, 2017, s. 5) diyerek İhsan’ın da oyuna dahil olduğunu belirtir ve yazar Queneau’nun olayına 33 farklı üslup / biçem daha ekler. Yine Cem İleri’nin yazısında örneklendirdiği üzere Oulipocular bu yöntemlere sıkça başvurmaktadırlar. Dolayısıyla İhsan’ın yaptığı da intihalden çok metinlerarası bilinçli bir etkileşimdir.
Bu bakımdan metinlerarasılık kavramına da değinmek gerekir. İlk olarak Julia Kristeva tarafından ortaya konduğu söylenen ve basitçe “iki ya da daha çok metin arasında alışveriş, bir tür konuşma ya da söyleşim biçimi” (Eliuz, 2016, s. 119) olarak tanımlanabilecek metinlerarasılık (intertextuality) özellikle çağdaş edebiyat teorisi kapsamında bir metnin kendinden önce yazılmış ve kendinden sonra yazılacak başka metinlerle bağlantı içinde olduğunu vurgular. Aslında sadece yazınsal alan değil, sözlü ve yazılı kültür alanının tamamı bağlantılarla, birbirinin üzerine inşa edilerek büyür, genişler. Batı kültürüne bakıldığında Antik Yunan ve Roma heykellerinin mitolojiden ilham aldığı, Rönesans sanatının yine mitolojik ve dini temelli olduğu, sözlü kültürün yazıya geçirilerek dönemin sanat anlayışına göre yeniden üretildiği görülür. Edebi türler, eski türlerin değişmesi, dönüşmesi, birleşmesi ve ayrışmasıyla doğar. Kültür alanı, sanat ve edebiyat, bu sayede çeşitlenir ve zenginleşir.
Bu bağlamda, kendinden öncekinden esinlenen ve ona gönderme yapan, farklı ressamlar tarafından yapılmış üç balkon tablosu örnek verilebilir. Goya’nın 1808-1812 tarihleri arasında yaptığı Balkondaki Majalar (Las Majas en el balcón) tablosundan esinlenen Manet, 1868-1869 tarihlerinde kendi üslubuyla Balkon (Le Balcon) tablosunu yapar. Magritte ise 1950 yılında Perspektif: Manet’nin Balkonu (Perspective: Le balcon de Manet) isimli tablosuyla aynı konuyu ilk iki ressamdan çok farklı, kendine has üslubuyla ele alır. Konu aynı olsa da değişen dönem, değişen toplum ve değişen üsluplar oldukça belirgindir.
Metinler ya da eserler arası bağlantılar sanatçı tarafından bilinçli olarak kurulabileceği gibi, bilinçaltından kaynaklı ya da arketipsel düzeyde kendiliğinden de oluşabilir. Freud ve Freud sonrası psikanalitik edebiyat eleştirmenlerinin pek çok edebi metinde Oedipal fantezinin izlerini bulması bu fikri destekler. Yukarıda bahsi geçen Vonnegut’un şemaları da yine sanatçıdan bağımsız, bilinçsiz olarak ortaya çıkabilir. Yazarın farkında bile olmadan kurduğu bu gibi bağlantılar, okurlar ve araştırmacılar tarafından keşfedilir.
Edebiyatta, felsefi ya da düşünsel yanı ağır basan öyküleriyle, intihal meselesine dolaylı olarak da olsa değinen yazarlardan belki de en önemlisi Borges’tir. Yazarın sonsuz sayıda sayfası olan bir kitabı anlattığı Kum Kitabı ve içinde yazılmış / yazılacak bütün kitapları barındıran Babil Kitaplığı isimli öyküleri bu bağlamda düşünülebilir. Borges’in işaret ettiği seviyeye henüz ulaşmamış olsak da, her geçen gün artan kitap sayısı göz önünde bulundurulduğunda, yazarlar yazdıklarının daha önce yazılmış olabileceği endişesini çoktan hissetmeye başlamışlardır. Etkilenme Endişesi isimli kitabında Harold Bloom (2008), intihal ve etkilenme / esinlenme (influence) kavramlarını Oedipus kompleksi ile birlikte değerlendirerek psikolojik bir analoji kurar. Öncüllerini şiirsel ya da edebi babalar (poetic father) olarak gören yazarların, kendilerinden önceki yazarları geçemeyeceklerine, daha iyisini yazamayacaklarına, dahası, ister istemez onlardan etkilenmiş olduklarına dair bir endişedir bu.
Borges Ficciones’te yer alan Don Quixote Yazarı Pierre Menard isimli öyküsünde intihal meselesine yine kendine has bakış açısıyla yaklaşır. Öykünün anlatıcısı, Pierre Menard isimli yazar arkadaşının Cervantes’in ünlü romanı Don Quixote’yi yazmak istediğini ve bunu kısmen yaptığını anlatır. Anlatıcının aktardığı üzere Menard “başka bir Quixote yazmak değil -bunu yapmak kolaydır- Don Quixote kitabının kendisini yazmak” ister (Borges, 2015, s. 71). Bu amacını gerçekleştirmek için Menard’ın aklına gelen ilk fikir Cervantes’e dönüşmek olur. Bunun içinse İspanyolca öğrenmesi, Katolik olup Cervantes’in katıldığı savaşlara katılması ve kendi tarihini unutması gerekmektedir ve Menard, imkânsız olduğu için değil, ilginç olmadığı için bu yöntemden vazgeçer ve başkaca fikirler yürütür. Sonuç olarak, anlatıcıya göre “Cervantes’in metniyle Menard’ınki kelimesi kelimesine birbirinin eşi olmakla birlikte, ikincisi neredeyse sonsuz bir zenginliktedir” (Borges, 2015, s. 75). Çünkü Menard, birebir aynı metni yazsa da farklı bir insandır ve metni farklı bir zamanda yazmıştır. Bu yönteme de “bilinçli anakronizma ve yanıltıcı atıf” adını verir (Borges, 2015, s. 78). Tarihsel olarak her metnin yazıldığı dönemin şartlarına göre değerlendirilmesi gerektiğinden, ortaya farklı bir eser çıkmıştır.
Bazı durumlarda, yapılandan çok yapılmak istenen (ortaya çıkan şeyin ardındaki fikir) o kadar ilginç ve özgündür ki eserin bir taklit, kopya olması bile göz ardı edilebilir. Borges’in öyküsü, tabii ki, gerçekçi olmanın aksine oldukça gerçekdışı, belki paradoksal denebilecek bir fikir yürütmenin önünü açan, meseleye edebiyat teorisi de dahil olmak üzere farklı açılardan bakmamızı sağlayacak bir kıvrak zekâ ürünüdür. Sorgulanmak istenen, neyin intihal olduğu, dahası, metinlerarasılığın getirisi olan eserler arasındaki bilinçli veya bilinçsiz bağlantılar ağında intihal yapmadan yazmanın mümkün olup olmayacağıdır.
Değinilen Eserler:
Bloom, H. (2008). Etkilenme endişesi: Bir şiir teorisi (E. Ayhan, Çev.). Metis.
Borges, J. L. (2015). Ficciones: Hayaller ve hikâyeler (F. Özgüven & T. Uyar, Çev.). İletişim.
Borges, J. L. (2017). Kum kitabı (Y. E. Canpolat, Çev.). İletişim.
Cameron, J. (Yönetmen). (2009). Avatar [Film]. 20th Century Fox.
Cebeci, O. (2008). Komik edebi türler: Parodi, satir ve ironi. İthaki.
Edgü, F. (2017). Yazmak eylemi: Bir toplumsal / siyasal olay üzerine 101 çeşitleme. Sel.
Eliuz, Ü. (2016). Oyunda oyun postmodern roman. Kesit.
Evren, S. (2019). Evsel dönüşüm: Toplu öyküler 1990-2019. Can.
Gözler, K. (2013). Örnekleriyle usulsüz alıntı sorunu. (yayıncı yok)
Howard, R. (Yönetmen). (2005). Cinderella Man [Film]. Universal Pictures.
İhsan, G. (2017). Kurmaca alıştırmaları. Dergah.
Joyce, J. (2016). Ulysses (N. Erkmen, Çev.). YKY.
Queneau, R. (2021). Biçem alıştırmaları (A. Ekici, Çev.). Sel.
Spielberg, S. (Yönetmen). (2001). Artificial Intelligence [Film]. Warner Bros.
Urgan, M. (2010). İngiliz Edebiyatı Tarihi. YKY.
[1] Shakespeare’in tekrar ele alınarak günümüzdeki ününe nasıl kavuştuğuna dair bkz. [ilgili bağlantı]
[2] İzlemek için: [ilgili bağlantı]
[3] Bkz. Platon, Devlet.
[4] Cem İleri, “Perec y avait pensé!”, Punctum Dergi, 08.2022. [ilgili bağlantı]
[5] Queneau olayı 99 değişik üslupta / biçemde aktarmıştır.
Comments